Yağ Camii: Zamanın İzinde Sessiz Bir Mabet
Adana’nın kalbinde, eski çarşının dar sokakları arasında yürürken, birdenbire karşınıza çıkar Yağ Camii. Sessizdir… ama suskunluğu yanıltıcıdır; zira taşlarına sinmiş yüzlerce yılın hikâyesi, dikkatle bakan gözlere birer birer açılır. Bu zarif yapı, geçmişte “Surp Hagop Ermeni Kilisesi” adıyla ibadetlere ev sahipliği yapmış, sonra “Eski Cami” olarak anılmış, halkın belleğinde ise bir başka adla -Yağ Camii- yer etmiştir. Her ismiyle başka bir zamana dokunur.
Bir Kiliseden Camiiye, İki Mabedin Birleşimi
Yıl 1501... Ramazanoğlu Halil Bey'in emriyle dönemin Surp Hagop Kilisesi, ek yapılarla camiye çevrilir. Fakat halkın ihtiyacı büyüktür, mekân ise dar. Bunun üzerine Halil Bey’in oğlu, Ramazanoğlu Beyi Piri Mehmet Paşa, hemen yanı başına yeni bir cami inşa ettirir; Selçuklu'nun ulu camileri gibi, çok sütunlu ve geniş. Zamanla iki yapı iç içe geçer ve böylece bugünkü Yağ Camii doğar.
1525’te yükselen minaresiyle gökyüzüne seslenen bu cami, yalnızca bir ibadethane değil, aynı zamanda bir külliyedir. Yanındaki medrese, 1558’de tamamlanmış; ilim ve inanç, aynı avluda buluşmuştur. Bugün gördüğümüz minareyse daha yeni—1941 tarihli. Zira ilk minare, zamanın yıpratıcı elinden kurtulamamıştır.
İsmi Yağdan, Ruhuna Sinmiş Zamandan
Evliya Çelebi, onu “Eski Cami” diye anar. Fakat halk arasında farklı bir ad daha kök salmıştır: Yağ Camii. 19. yüzyılda önünde kurulan pazarda yağ satılması, bu ismi doğurur. Hatta yapılan son restorasyonlarda, cami avlusunun kuzeyindeki bir deponun o dönemde yağların saklandığı bir alan olarak kullanıldığına dair izler de bulunmuştur.
2003’te gerçekleştirilen kapsamlı restorasyon çalışmaları, yapının altında gizlenmiş geçitler ve su kuyularını da gün yüzüne çıkarmıştır. Ve 1998 Adana depreminde yara alan bu kutsal mekân, onarıldıktan sonra yeniden cemaatiyle buluşmuştur.
Mimarisine Dair Birkaç Kelime
Yağ Camii’nin mimarisi, Selçuklu’nun izlerini taşır. Kareye yakın dikdörtgen planlıdır ve kuzey-güney ekseninde uzanır. Bitirdiği medreseyle ortak bir avluya açılır. Bu avluya, sonradan eklenen büyük ve heybetli kapıdan girilir—adeta bir anıt gibi durur orada.
Doğuda medrese odaları, güneyde cami yer alır. Kuzeybatı köşesindeki merdivenlerle inilen mahzenvari bölümse abdest almak için kullanılır. Harimin doğu kısmı, hâlâ kilise döneminin izlerini taşır: yarım silindir biçiminde, kiremit çatılı. Batıya doğru ilerledikçe, beş sahınlı dikdörtgen mekân sizi karşılar. Son cemaat yeri, 19.5 metre uzunluğunda ve 5 metre genişliğindedir—alçak sesle edilen duaların yankılandığı bu alan, sade ama etkileyicidir.
Yapının inşasında kesme taş ve tuğla tercih edilmiştir. Sütunlar ise tarihin bir başka yönünü fısıldar: devşirme malzeme. Yani geçmişin başka yapılarına ait taşlar, burada yeniden hayat bulmuştur.
Ve medrese… Dershanesi kare planlı, üzeri kubbeyle örtülmüş. Ahşap saçakları, ustalıklı işçiliğiyle göz alır. Bu yapı, yalnızca bir eğitim yuvası değil, dönemin sanat anlayışının da bir temsilidir.