Eyüp Sultan Camii: İstanbul’un Kalbinde Zamanı Aşan Bir Nefes
Haliç’in durgun suyuna yaslanmış, tarihin kadim soluğunu taşıyan bir kıyıda yükselir Eyüp Sultan Camii. Burası yalnızca taşla örülmüş bir ibadethane değildir — burada dua ederken yüzyılların sesini duyarsın, mihrapta geçmişin yankısını, kubbede ebediyetin fısıltısını...
Eyüpsultan ilçesinde, Konstantinopolis surlarının hemen dışında, İstanbul’un ruhuyla örülmüş bu mabed, adını Peygamber Efendimiz’in sancaktarı Ebu Eyyûb el-Ensarî’den alır. Rivayete göre, 670’lerdeki ilk kuşatmada burada şehit düşmüştür. Asırlar sonra, Fatih Sultan Mehmed, fethin henüz beşinci yılında, hocası Akşemseddin’in gösterdiği yerde Eyüp Sultan’ın kabrini buldurmuş; bir beyaz mermer, iki fidan ve büyük bir inançla… O günden sonra burası, sadece İstanbul’un değil, İslam dünyasının da manevi kalbidir.
Saltanatın Gölgeliğinde, Kudretin Gölgesinde
Her yeni Osmanlı padişahı tahta çıkarken Eyüp Sultan’ın huzuruna gelir, Cülûs Yolu’ndan yürüyerek burada Osman Gazi’nin kılıcını kuşanırdı. Devletin en yüce makamına çıkan yol, önce bu türbeden geçerdi. Çünkü burası yalnızca bir şehir değil, bir yemin yeriydi. Mukaddes bir geçit, sükûtun içindeki kudret.
Taştaki Ruh, Kubbede Huzur
Günümüzde gördüğümüz yapı 1800 yılında Sultan III. Selim’in talimatıyla yeniden inşa edilmiştir. Ama her taşında, her kıvrımında Osmanlı ruhu vardır hâlâ. Klasik Osmanlı mimarisinin asaletiyle, Barok zarafetin iç içe geçtiği bir mimari dili vardır. Merkez kubbeyi çevreleyen yarım kubbeler, yaldızlı süslemeler, kaligrafik yazıtlar ve göz alıcı sütun başlıkları... Sanki yalnızca estetik değil, secdeye varan bir niyetle inşa edilmiş her detay.
Dış avlusundaki çınar ağacı, gövdesiyle değil, altında edilen dualarla büyür. Dört köşesindeki çeşmelere halk “kısmet” ya da “hacet” adını verir. Belki de bu yüzden nice anne, çocuğunu bu ağacın gölgesinde sünnet kıyafetiyle getirir; nice genç, muradını bu avluda fısıldar semaya...
Türbenin Huzurunda Sonsuzluk
Eyüp Sultan Türbesi, caminin kalbi gibidir. İçinde, Resulullah’a ait olduğu rivayet edilen kutsal emanetler, padişahların el yazmaları, şiir gibi işlenmiş kitabeler bulunur. Burada zaman, ince bir perde gibi sarkar gözlerinin önüne. Yalnızca geçmişi değil, geleceği de burada düşünürsün. Bu yüzden Osmanlı’nın birçok paşası, sultanı ve hanedan üyesi burada, onun eteklerine gömülmeyi vasiyet etmiştir.
Bugün de Yaşayan Bir Mabed
Eyüp Sultan Camii, sadece tarihle konuşmaz — bugünün nabzını da tutar. Ramazan’da iftar sofraları bu avluda kurulur, çocuk kahkahaları mihrapta yankılanır, İstanbul’un dört bir yanından gelenler burada yorgunluklarını bırakır. Bu yüzden cami, yaşayan bir derviş gibidir: Sessizdir ama hep oradadır. Dönemin sultanı III. Selim gibi, içeri adım atan her yürek bir parça Mevlevî olur.